acıya kanatlanmış avuç içinde, bez bebeklerin masum öyküsü
kara gözlerine nazire bahtında, duyamadığı ninnilerin sedası
şimdi tüm oyunlar ellerimde yankılanan kimsesiz hasretliktir
adını huzurun sessiz harflerinden alan yoksul bir iç çekiş
derin bir ah”ın o soğuk nefesi göğüs kafesimde uyurken
dokunuşunu merhem bilir doğumumdan kalan ıssız yaralarım
soluksuzsam
oyunlardan , çocukluğumdan ya da hasretten değil
kanayan yaralarıma ulaşmayan bal nefesindendir
kursağımda yokluğunu resmeden genç bir ölüm
güzelliğini arayan gözlerimin fersiz bakışı gibi
dağları ben koymadım kadife lekeli yolların üzerine
sana uzanan yollarım dolandı zemheriyle örülü eteğinden
ben üşürken ses etmedi hiçbir güvercin uykusuzluğuna gecenin
üşümüşsem
zemheriden , güvercinlerden ya da geceden değil
yaşanmamış günlerin hatırını bilmeyen ölümdendir
Akdeniz’in parmak uçlarına yağdığını söyler şarkılar
tırnağında ince sesli bir İstanbul akşamı birikirken
ellerin Kaleiçinde akşamın gelişini erteleyen çay molası
ömrüme tırnağınla attığın her çizik İstanbul’un laciverte sevdası
şimdi söyle susturur mu bizi bu sokakların mazlum ağlayışı
bırakır mıyım elini bitse Marmara ile Karadeniz’in yüz yıllık buluşması
susmuşsam
kederden , maviden ya da tutulmaktan değil
denizin yorgunluğuna eş olan mecalsizliğimdendir
aşılmaz bir dorukta söylenen türküyken adın
ve kulağımı hain bir mavzer parçalamışken
duymadım zılgıtları kirpiklerinin karasında
ne Akdeniz ne İstanbul hayali çare olamadı coğrafyama
bilemedim gitmek dediğinin kurşun yarası olduğunu
vurulmuşsam
dağlardan , yollardan ya da gelmeyen bahardan değil
sevdanın türküsünde bir efkarlık kına olamayışımdandır